Gördüm Beş bin, on bin gibi rakamları veremediği amacıyla evinden çıkarılan bir kiracıyı, ev sahibiyle aynı çorba kuyruğunda gördüm. Erzak dağıtırken “Bu bana yeter, biraz benden sonrakilere ver” diyen köylüler gördüm. Dağıtım esnasında bizi zorla evine götürüp yemek yediren, evde yiyecek namına ne varsa sofraya getiren depremzede gördüm, Tanrı’tan şer gelmez, Tanrı’tan ne gelirse hayırdır. “Bu depremde de hayır var” diyen depremzede gördüm. Arabasını çalıştırıp uyuyunca arabasının egzozundan zehirlenip ölmek üzere iken komşusu doğrultusundan fark edilip zehirlenmiş durumda uyandırılan aile gördüm. AVM’si yıkılmış, arabaları yıkıntıın altında kalmış, bizden bulgur alacak kadar sıfırı tüketmiş iş adamları gördüm. 20 saat uğraşıp kolu kesilmesin diye sütunu kesip kurtardığımız 24 yaşındaki kızımızın, üç saat sonra öldüğünü gördüm. Annenin “Önce beni kurtarın”, kızının “Önce beni kurtarın” diye yalvardığı mahşer alanını gördüm. Nesi var nesi yoksa bırakıp kenti terk etmek isteyen genç jenerasyonla, “Buraları bırakmayın, kentinize sahip çıkın, terk etmeyin” diye yalvaran yaşlıları gördüm. Depremden kocasının ölmüş cesedi çıkınca “Depreeem Tanrı senin belanı versin” diyerek kendini paralayan kadınlar gördüm. Hiç kızı olmayıp dört oğlu da yıkıntı altında kalan, ama hiç birisine ulaşmadığımızda babanın gözümüzün amacıylae bakıp ağlayarak “En azından bir oğlumu kurtarın” diye yalvardığını ama bizim de aciz olduğumuz anları gördüm. Alt, üst, yan komşusunun kim olduğunu bilmeyen komşular gördüm. Termal kameranın arama kurtarma ekiplerinin işlerini ne kadar hızlandırdığını, şayet yoksa kurtarma operasyonlarının iğne ile kuyu kazmaktan beter olduğunu gördüm. Bir insanın hayatının senin ellerinde olduğunu, sen yardım etmezsen öleceğinden emin olduğun yüzlerce yalvarma arasından hangisini seçeceğini, hangisini tez kurtarırsam diğerine tez varırım kararsızlığı yaşadığımı gördüm. Her insanın hiçbir şey yapmasa bile bir deprem bölgesini hayat boyu ibret olabilmesi adına ziyaret etmesinin zaruri olduğunu gördüm. İnşaatını iyi mühendislere yaptıranla kötü mühendise yaptıranların elde ettikleri kârı, hayatlarıyla ödediklerini gördüm. Dışı capcanlı olan binaların yıkılınca ne kadar da malzemeden çaldıklarını, elimizde ufalanan duvar parçalarının gerçekten elimizden dökülen birer insan karakterinin olduğunu gördüm. Talan edilmemiş tek bir zincir market şubesi, bir bakkal, bir çerezci, sanayide yedek parçacı, bir AVM’nin olmadığını görünce ahirete tehir edilen hesaplarımızın çok daha büyük olduğunu gördüm. Hazreti Adem dünyaya nasıl sıfırdan başladıysa, yöre insanının da sıfırdan başlamaktan diğer çaresinin olmadığını, halka verilebilecek telkinlerin bu yönde olması gerekliliğini gördüm. Bir hafta süresince para harcayacak bir şeyin olmadığını, cüzdanımı çıkarmadığımı, satın alıncak bir şeyin olmadığını gördüm. İlk defa bir hafta süresince ezan okunamayan bir İslam kentinin olduğunu gördüm. Habib-i Neccar camisinin yıkılmasıyla en eski tarihi bir eserimizin daha yok olduğunu gördüm. İnsanoğlunun yatay mimariye geçmesinin, en çok üç kat olması gerekliliğinin gerek görülürse dini bir fetvayla farz durumuna dönüşmesinin mecburi olduğunu gördüm. Olası bir İstanbul depreminde arama kurtarma ekiplerinin hayati ehemmiyet taşıdığını, her Türk vatandaşının hilti, matkap çeşitlerini kullanacak, yıkıntıda koridor açacak kadar deprem bilgisine sahip olması gerekliliğini, evlatları içeriden bağrışırken ne gerçekletireceğini bilmeyen abiler ve çocukları babaların olduğunu gördüm. Bu topraklarda yaşamayı göze alanların depremi de göze almaları gerekliliğini; Tanrı’ın yerleşimcilerin dinine göre yeraltı tabaklarının rotasını değiştirmeyeceğini, tedbirimizi Tanrı’ın değil bizim almamız gerekliliğini gördüm.”