Köyden şehre büyük umutlarla giden Musa, kentte uzun vakit kapıcılık yapmış, sigortası dolar dolmaz göçünü topladığı gibi köyüne geri dönmüştü. Konu komşu hoş geldiğine geliyor, uzun seneler kentte oturan bu ailenin evini alıcı gözü ile inceliyorlardı. Dört kızı bir oğlu vardı ve kızları da son derece güzeldi. Köye taşınalı çok bir vakit olmamasına karşın, kızları amacıyla görücüler gelip gitmeye başlamıştı bile. Musa’nın karısı Fadime; “bey, kulağıma bir şeyler çalındı. Kızların kafasını bağlayalım ne olur ne olmaz” dedi. Karısının sözleri üzerine, Musa, alelacele kısa arayla iki kızını da baş göz etti. Köyden çıkalı uzun vakit olmuştu. Kızlarını verdikleri aileleri pekte iyi tanımıyorlardı. Neyse ki kızlarının birini aynı mahalleden birine vermişlerdi. Yakındı, kızları istediği vakit evlerine gelebilirdi. En çokta buna sevinmişti Musa ama umduğu gibi olmadı. Nedense evlendikten sonra babasının evinin kapısını dahi açmamıştı kızı. Musa, masmavi gözlerini kıstı ve düşünceli şekilde karısına baktı. Aklından ne geçirdiği anlaşılmıyordu. “Hanım, büyük kızımızın yeri uzak. Gelememesini anlıyorum da Esma’nın evi çok mu uzak namacıyla gelmiyor? Kaç gün oldu özledim çocuğu” dedi. Fadime, bakışlarını eşinden kaçırdı ve “kaynanası göndermiyormuş bey” dedi. Musa, kızdı ama bir şey diyemedi. “O bundan sonra onların kızı. Kaynanası ne derse onu yapmaya devam etsin” dedi. Esma’nın gelin geldiği ev, mahallenin en üst tarafındaydı ve kocası çobandı. Evlendi evleneli gün yüzü görmemişti. Çoban karısı olmak zordu. Nede olsa kentte doğmuş, orada büyümüştü. İş güç hiç bitmiyordu. Her Tanrı’ın günü süt çekiyor, peynir alıyordu genede kayınvalidesine yaranamıyordu. Kaç kere arkasından çocuğu olmadığı amacıyla ‘’kısır bu gelin’’ diye hususştuklarını duymuştu. Üzülüp ağlıyordu ve Tanrı’a kendisine hayırlı evlat vermesi amacıyla yalvarıp yakarıyordu. Peynir aldığı bir gün aniden midesi bulandı. Peynirin kokusu da ne kadar kötü kokuyordu. Öğürdüğünü görümcesi görmüştü. Görümcesi evliydi ve ara ara ziyarete gelirdi. Esma’nın öğürdüğünü görünce “yoksa hamile misin?” Diye sordu. Esma şaşırmıştı. Şaşkınlıkla “ne bileyim abla” dedi. Doktora gitmeye çekiniyordu ve hamile bulunduğu bir vakit daha bulantısı devam edip karnı büyümeye başlayınca kesinleşti. Bakara sûresi, 186. ayette ulu Tanrı’ın “Kullarım sana beni sorduklarında, (bilsinler ki) ben onlara çok yakınım. Bana dua edenlerin dualarını kabul ederim.” dediğini öğrendiğinden, sık sık dua eder, Rabbinden ister kimseye el açmazdı. İşte Rabbi dualarını nihayet kabul etmişti. ‘’Tanrı’ım sana şükürler olsun. Sen evladımı hayırlı evlatlardan eyle” diyerek kendi duasına Âmin dedi ve ağladı. Esma hamile olmasına karşın evdeki tüm işleri yapmaya devam ediyordu. Kaynanası ihtiyarydı, ondan yardım isteyemezdi. Zaten kayınvalidesinin de ona yardım etmek gibi bir kanaati yoktu. Sütleri makinaya çekerken karnına kuvvetli bir acı saplandı. Bir anda kendini yorgun ve bitkin hissetti. Oturduğu yere yığılıp kaldı. Kaynanası, süt makinasının sesini duymayınca, bunca süt ne ara bitti diye kontrole gelince Esma’yı baygın olarak buldu. Bağırışına komşuları döküldü. Mahallede ebelik yapan ihtiyar bir bayan vardı ve çoğu bebeğin doğumunu o yaptırmıştı. Ona haber verildi. Yaşça büyük olan oluşuna karşın, koştura koştura geliyordu. Yolda Esma’nın annesine rastladı. “Fadime, ne arıyorsun burada? Dedi. Fadime şaşırdı. “Ne oldu ki” dedi. “Kimse sana bir şey demedi mi? Kızın Esma, rahatsızlanmış” dedi. Fadime’nin beti benzi attı, eli ayağı birbirine dolandı. Elinden çeşmeden doldurarak eve götürdüğü su bidonu yere düştü ve bidonun içersinde ki su dışarı boşaldı. “Meryem abla sen git, ben babasına haber verdikten sonra anında gelirim’’ dedi. Soluk soluğa eve koşturdu. Hava kapalı ve soğuk olmasına karşın, sanki Ağustos ayında güneşin altında kalmış gibi ter içersinde kocasının yanına girdi. Bey, Esmam rahatsızmış. Meryem ebeyi çağırmışlar, hele kalk gidelim bakalım çocuğun neyi var” dedi. Musa hanımına; “sen şimdi tek git. Ebe çağırdıklarına göre benim şimdi gelmem ideal olmaz ama bana gereksinim olması halinde kesinlikle haberim olsun. Gerekirse vasıta tutar, çocuğumu ilçede ki hasta haneye götürürüm” dedi. Fadime kafası ile tamam diyerek onayladı ve gözlerinde yaş, içersinde duyduğu korku ve kaygı ile kızının evinin yolunu tuttu. Yol ne vakit eridi ne vakit eve vardı anlamadı. Evin dışı ayakkabı kaynıyordu. Telaşla kapıyı tıklattı. Kapıyı komşulardan birinin ufak kızı açtı. Çocuğa; “Esma’m nasıl yavrum? Dedi. Endişeden kalbi sıkışacakmış gibi hissetti. Şimdi sırası değil, kuvvetli olmalıyım diye telkin verdi kendisine ve süratle kalabalığın bulunduğu odaya gitti. Yavrusu yatakta halsiz ve bitkin şekilde yatıyordu. Gözlerine saldırı eden yaşlara engel olamadı. Kızının boynuna sarıldı ve “ne oldu kızım?” dedi. Kaynanası yanıtladı dünürünü. “Ne olacak, bir bebeğe bile sahip çıkmayı becerememiş de düşürmüş” diye kızarak laf sokmak isteyince, Fadime altta kalabilmek istemedi. “Tabi, her işi çocuğumun boynuna bırakın ve her işi ona yaptırın ve birde ona yardımcı olmadığınız durumda bir çocuğu taşıyamadı da düşük yaptı deyin. Hem de hiç utanmadan” dedi. Daha da uzatmak istedi ama adaşı Fadime lafa atladı. ‘’Fadime bacı, yerden göğe kadar haklısın ama şu an bu tartışmanın ne yeri ne de vakitı. Bak kızın esasen rahatsız, çocuk canı ile uğraşıyor, bir de Tanrı aşkına sen üzme. Hepimiz Esma’ya oluşturulan haksızlığın farkındayız bacı” deyince hak verdi adaşına ve daha çok uzatmak istemedi. Kızına dönerek “iyi misin kızım?” dedi ihtiyar gözlerle Fadime. Esma bitkin bir ses tonu ile “biraz ağrım var ana” dedi. “Geçecek kızım sabret. Tanrı sabredenler ile beraberdir” dedi Fadime. Esma’nın aklına gene kaybettiği bebeği geldi, dayanamadı ağladı. Fadime yengesi oturduğu yerden kalktı ve Esma’nın yanına gidip “Esma, “Resulullah sallallahü aleyhi vesellem: “Nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp sabretsin.” diye buyuruyor dedi. Esma duydukları karşısında sevindi ve gözleri doldu. Düşük yaptığının üzerinden birkaç gün geçmiş, bundan sonra toparlanmıştı. İşe güce uyup, kaybettiği çocuğunun acısını unutmaya çalışsa da kaynanası onun acısını unutmasına fırsat tanımıyor, her keresinde söylediği iğneleyici sözleri ile kalbini kırıyordu. Eşini seviyordu ve ona bir evlat verememenin acısını ta yüreğinde taşıdı. Elinden bir şey gelmiyordu. ‘’Veren de sen alan da sen’’ diyerek Mevlasına sığındı. İçeriden kaynanasının “gene nereye kayboldu bu gelin? Ne vakit lazım olsa ortadan kayboluyor” diye sesinin yaklaştığını duydu. Elinde ki işi bırakıp yanına gitti. “Buyur ana, bir şey mi istedin” dedi. O aralar pekte iyi sasenemazdı. Hastalık sebebi ile çok çok kilo vermişti. Kaynanası, gelininin durumunu görse de ona acımadı. Aklı gelininin ona veremediği torunundaydı. “Bak kızım, seni oğlumla boşuna evlendirmedim. Bana torun verebilirsin sandım. Evliliğinizin üzerinden onca sene geçti. Bize bir torun bile veremedin. Sen de he de de oğlumu tekrar everek. Belki o vakit bir torunumuz olur. Oğlanı everirsek bile merak etme sakın, seni de sahipsiz bırakmayız” dedi. Zavallı Esma, duydukları karşısında beyninden vurulmuş gibi oldu. Biran kaynanasının sözlerini anlamakta zorlandı. Söylenilen sözü idrak ettiği vakit gözleri korku ile büyüdü. “Ana ne söylüyon sen? Hiç söylediğin sözü kulağın duyuyor mu?” dedi ve göz yaşlarına engel olamadı. Eliyle gözlerinden akan yaşları silmeye çalıştı. Üzüntüden ne gerçekletireceğini ve ne söyleyeceğini bilemedi. Eli ayağı titredi. Bu moralle hiçbir iş yapamazdı. Bir kap yemek pişirecek kuvveti kendinde bulamadı. Anası tüttü burnunda. Gitmek istedi ama gidemezdi. Giderse kaynanası burnundan getirirlerdi. Fadime yengesine gitti. Dokunsalar ağlayacak durumdaydı. Fadime yengesi Esma’ya baktı ve içersinden “Tanrı Tanrı bu kızda bir iş var, kesinlikle canı bir şeye sıkılmış” diye düşündü ve düşüncelerini açığa vurdu. ‘’Esma, kızım hayırdır canın sıkkın gibi bir şey mi oldu?” diye sordu. Esma, yengesinin sözleri üzerine dayanamadı ve ağlamaya başladı. Öyle ağladı öyle ağladı ki yengesi acaba birisi mi öldü de benim haberim yok diye korktu. “Ne olacak, bir bebeğe bile sahip çıkmayı becerememiş de düşürmüş” diye kızarak laf sokmak isteyince, Fadime altta kalabilmek istemedi. “Tabi, her işi çocuğumun boynuna bırakın ve her işi ona yaptırın ve birde ona yardımcı olmadığınız durumda bir çocuğu taşıyamadı da düşük yaptı deyin. Hem de hiç utanmadan” dedi. Daha da uzatmak istedi ama adaşı Fadime lafa atladı. ‘’Fadime bacı, yerden göğe kadar haklısın ama şu an bu tartışmanın ne yeri ne de vakitı. Bak kızın esasen rahatsız, çocuk canı ile uğraşıyor, bir de Tanrı aşkına sen üzme. Hepimiz Esma’ya oluşturulan haksızlığın farkındayız bacı” deyince hak verdi adaşına ve daha çok uzatmak istemedi. Kızına dönerek “iyi misin kızım?” dedi ihtiyar gözlerle Fadime. Esma bitkin bir ses tonu ile “biraz ağrım var ana” dedi. “Geçecek kızım sabret. Tanrı sabredenler ile beraberdir” dedi Fadime. Esma’nın aklına gene kaybettiği bebeği geldi, dayanamadı ağladı. Fadime yengesi oturduğu yerden kalktı ve Esma’nın yanına gidip “Esma, “Resulullah sallallahü aleyhi vesellem: “Nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp sabretsin.” diye buyuruyor dedi. Esma duydukları karşısında sevindi ve gözleri doldu. Düşük yaptığının üzerinden birkaç gün geçmiş, bundan sonra toparlanmıştı. İşe güce uyup, kaybettiği çocuğunun acısını unutmaya çalışsa da kaynanası onun acısını unutmasına fırsat tanımıyor, her keresinde söylediği iğneleyici sözleri ile kalbini kırıyordu. Eşini seviyordu ve ona bir evlat verememenin acısını ta yüreğinde taşıdı. Elinden bir şey gelmiyordu. ‘’Veren de sen alan da sen’’ diyerek Mevlasına sığındı. İçeriden kaynanasının “gene nereye kayboldu bu gelin? Ne vakit lazım olsa ortadan kayboluyor” diye sesinin yaklaştığını duydu. Elinde ki işi bırakıp yanına gitti. “Buyur ana, bir şey mi istedin” dedi. O aralar pekte iyi sasenemazdı. Hastalık sebebi ile çok çok kilo vermişti. Kaynanası, gelininin durumunu görse de ona acımadı. Aklı gelininin ona veremediği torunundaydı. “Bak kızım, seni oğlumla boşuna evlendirmedim. Bana torun verebilirsin sandım. Evliliğinizin üzerinden onca sene geçti. Bize bir torun bile veremedin. Sen de he de de oğlumu tekrar everek. Belki o vakit bir torunumuz olur. Oğlanı everirsek bile merak etme sakın, seni de sahipsiz bırakmayız” dedi. Zavallı Esma, duydukları karşısında beyninden vurulmuş gibi oldu. Biran kaynanasının sözlerini anlamakta zorlandı. Söylenilen sözü idrak ettiği vakit gözleri korku ile büyüdü. “Ana ne söylüyon sen? Hiç söylediğin sözü kulağın duyuyor mu?” dedi ve göz yaşlarına engel olamadı. Eliyle gözlerinden akan yaşları silmeye çalıştı. Üzüntüden ne gerçekletireceğini ve ne söyleyeceğini bilemedi. Eli ayağı titredi. Bu moralle hiçbir iş yapamazdı. Bir kap yemek pişirecek kuvveti kendinde bulamadı. Anası tüttü burnunda. Gitmek istedi ama gidemezdi. Giderse kaynanası burnundan getirirlerdi. Fadime yengesine gitti. Dokunsalar ağlayacak durumdaydı. Fadime yengesi Esma’ya baktı ve içersinden “Tanrı Tanrı bu kızda bir iş var, kesinlikle canı bir şeye sıkılmış” diye düşündü ve düşüncelerini açığa vurdu. ‘’Esma, kızım hayırdır canın sıkkın gibi bir şey mi oldu?” diye sordu. Esma, yengesinin sözleri üzerine dayanamadı ve ağlamaya başladı. Öyle ağladı öyle ağladı ki yengesi acaba birisi mi öldü de benim haberim yok diye korktu. “Ne oldu Esma? Neden ağlıyorsun?” diye korku dolu gözlerle sordu. Esma “kaynanam” dedi. “Ne olmuş kaynanana?” “Ne olacak yenge, çocuğum olmuyor diye kaynanam eşimi tekrar evlendirmek istiyormuş. Bana da bakarlarmış, öyle söyledi” dedi ve burnunu çeke çeke ağladı. Yengesi boynuna sarılıp, “üzülme Tanrı büyüktür” dedi ama o da dayanamadı ve Esma ile eş güdümlü ağladı. Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü Esma’nın. “Artık gideyim yenge, beni merak ederler” dedi ve amacıylai çeke çeke evin yolunu tuttu. Yengesi de arkasından ihtiyar gözlerle onu izliyordu. Kaynanası eve gidince azarladı Esma’yı. “Ne olacak, bir bebeğe bile sahip çıkmayı becerememiş de düşürmüş” diye kızarak laf sokmak isteyince, Fadime altta kalabilmek istemedi. “Tabi, her işi çocuğumun boynuna bırakın ve her işi ona yaptırın ve birde ona yardımcı olmadığınız durumda bir çocuğu taşıyamadı da düşük yaptı deyin. Hem de hiç utanmadan” dedi. Daha da uzatmak istedi ama adaşı Fadime lafa atladı. ‘’Fadime bacı, yerden göğe kadar haklısın ama şu an bu tartışmanın ne yeri ne de vakitı. Bak kızın esasen rahatsız, çocuk canı ile uğraşıyor, bir de Tanrı aşkına sen üzme. Hepimiz Esma’ya oluşturulan haksızlığın farkındayız bacı” deyince hak verdi adaşına ve daha çok uzatmak istemedi. Kızına dönerek “iyi misin kızım?” dedi ihtiyar gözlerle Fadime. Esma bitkin bir ses tonu ile “biraz ağrım var ana” dedi. “Geçecek kızım sabret. Tanrı sabredenler ile beraberdir” dedi Fadime. Esma’nın aklına gene kaybettiği bebeği geldi, dayanamadı ağladı. Fadime yengesi oturduğu yerden kalktı ve Esma’nın yanına gidip “Esma, “Resulullah sallallahü aleyhi vesellem: “Nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp sabretsin.” diye buyuruyor dedi. Esma duydukları karşısında sevindi ve gözleri doldu. Düşük yaptığının üzerinden birkaç gün geçmiş, bundan sonra toparlanmıştı. İşe güce uyup, kaybettiği çocuğunun acısını unutmaya çalışsa da kaynanası onun acısını unutmasına fırsat tanımıyor, her keresinde söylediği iğneleyici sözleri ile kalbini kırıyordu. Eşini seviyordu ve ona bir evlat verememenin acısını ta yüreğinde taşıdı. Elinden bir şey gelmiyordu. ‘’Veren de sen alan da sen’’ diyerek Mevlasına sığındı. İçeriden kaynanasının “gene nereye kayboldu bu gelin? Ne vakit lazım olsa ortadan kayboluyor” diye sesinin yaklaştığını duydu. Elinde ki işi bırakıp yanına gitti. “Buyur ana, bir şey mi istedin” dedi. O aralar pekte iyi sasenemazdı. Hastalık sebebi ile çok çok kilo vermişti. Kaynanası, gelininin durumunu görse de ona acımadı. Aklı gelininin ona veremediği torunundaydı. “Bak kızım, seni oğlumla boşuna evlendirmedim. Bana torun verebilirsin sandım. Evliliğinizin üzerinden onca sene geçti. Bize bir torun bile veremedin. Sen de he de de oğlumu tekrar everek. Belki o vakit bir torunumuz olur. Oğlanı everirsek bile merak etme sakın, seni de sahipsiz bırakmayız” dedi. Zavallı Esma, duydukları karşısında beyninden vurulmuş gibi oldu. Biran kaynanasının sözlerini anlamakta zorlandı. Söylenilen sözü idrak ettiği vakit gözleri korku ile büyüdü. “Ana ne söylüyon sen? Hiç söylediğin sözü kulağın duyuyor mu?” dedi ve göz yaşlarına engel olamadı. Eliyle gözlerinden akan yaşları silmeye çalıştı. Üzüntüden ne gerçekletireceğini ve ne söyleyeceğini bilemedi. Eli ayağı titredi. Bu moralle hiçbir iş yapamazdı. Bir kap yemek pişirecek kuvveti kendinde bulamadı. Anası tüttü burnunda. Gitmek istedi ama gidemezdi. Giderse kaynanası burnundan getirirlerdi. Fadime yengesine gitti. Dokunsalar ağlayacak durumdaydı. Fadime yengesi Esma’ya baktı ve içersinden “Tanrı Tanrı bu kızda bir iş var, kesinlikle canı bir şeye sıkılmış” diye düşündü ve düşüncelerini açığa vurdu. ‘’Esma, kızım hayırdır canın sıkkın gibi bir şey mi oldu?” diye sordu. Esma, yengesinin sözleri üzerine dayanamadı ve ağlamaya başladı. Öyle ağladı öyle ağladı ki yengesi acaba birisi mi öldü de benim haberim yok diye korktu. “Ne oldu Esma? Neden ağlıyorsun?” diye korku dolu gözlerle sordu. Esma “kaynanam” dedi. “Ne olmuş kaynanana?” “Ne olacak yenge, çocuğum olmuyor diye kaynanam eşimi tekrar evlendirmek istiyormuş. Bana da bakarlarmış, öyle söyledi” dedi ve burnunu çeke çeke ağladı. Yengesi boynuna sarılıp, “üzülme Tanrı büyüktür” dedi ama o da dayanamadı ve Esma ile eş güdümlü ağladı. Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü Esma’nın. “Artık gideyim yenge, beni merak ederler” dedi ve amacıylai çeke çeke evin yolunu tuttu. Yengesi de arkasından ihtiyar gözlerle onu izliyordu. Kaynanası eve gidince azarladı Esma’yı. “Bana bak gelin, bir yere gittin mi basit basit gelmiyorsun. Ya gitme ya da gidersen erken gel ki seni kocana şikâyet etmeyeyim” dedi. Esma ne diyeceğini nasıl hareket edeceğini bilemiyor yalnızca göz yaşı döküyordu. O ağlarken eşi de eve gelmişti. Dik dik baktı Esma’ya. ‘’Yine namacıyla ağlıyorsun’’ diye sorunca Esma, ‘’annen torunu olsun diye seni tekrar evlendirmek istiyormuş’’ dedi ve hıçkırdı. Genç adam, ana ben sana bu husus bir daha açılmayacak dememiş miydim dedi. Esma şaşırdı. Demek daha evvelce bu husus hususşulmuştu ve eşi tekrar evlenmeyi kabul etmiyordu. Sevindi ve eşine daha çok bağlandı. Aradan uzunca bir vakit geçmişti ve hamile bulunduğunu fark etti. Çocuğuna bir şey olmasın, düşmesin diye ilgi etti ve dokuz ayın sonucunda oğlunu kucağına aldı ama bir daha hamile kalması riskliydi. Öyle söylemişlerdi ama esasen oğlu ufaktü. Hem daha yirmi yedi yaşındaydı. Oğlum büyüsün belki daha sonra tekrar anne olabilirim diye düşünüyordu Esma. Oğlu dokuz aylık bulunduğunda üç aylık tekrar hamileydi ve bunu bilmiyordu. Son vakitlarda elini kolunu kaldıracak kuvveti bile kendinde bulamıyordu. Anasına haber gönderdi, anama deyin ne işi varsa bıraksın da gelsin. Fadime şaşırdı, telaşlandı. Nasıl olmuşta kızının onu çağırmasına izin verilmişti. Koşarak gitti. Bir terslik vardı hissediyordu. Gitti ki yavrusu o çok istediği yavrusundan bile geçmiş, canı ile uğraşıyor. Anne yüreği dayanamadı feryat etti. Feryadına husus komşu geldi. Ambulans çağırıldı. Esma kendinde değildi. İkiz bebeklere hamile olan Esma’nın bebekleri anne karnında ölmüş, o da bunun farkında olamayınca onu zehirlemeye başlamıştı. Kurtulamadı Esma. Annesi gitmişti Esma ile hastaneye. Kızını sağ götüren anne, ölüsünü getirdi. Yüreği yandı ananın, en çok da annesiz kalan ufak Mustafa’nın. Al babaannesi dediler al sana torun Tanrı’tan istedin o da verdi Oğlunda kısa vakit sonra evlendi Yeni gelinin eskiyi arattı Ah Esma’m desende gelmez ki geri Bu hikâyeden sizde ders çıkarın Tanrı’tan her daim hayırlısını isteyin